içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

REC'I SUYU HADİSESİ
  10 yıldır Suudi Arabistan'da yaşayan ve Cidde, Medine ve Mekke arasında yaptığı araştırmalar ile Hz.Muhmmed sav. izinden gitmeye çalışan Bilal Kantarcı "Hicaz Seyahatleri" başlığında yazıları ve araştırmaları ile Yalova Pusula'da her hafta sizler ile buluşacak.

Hz.Peygamber'in konakladığı, ibadet ettiği ve önemli olayların cereyan ettiği yerleri ve hikayeleri son fotoğrafları ile sizler ile paylaşacağız.



REC'I SUYU HADİSESİ

Reci Hadisesinin yasandigi ''REC'I SUYU'' Mekkenin Usfan Kasabasina 14 km mesafededir.

Reci' Vak'ası (Hicret’in 4. senesi Sefer ayı) Uhud Harbi’nden sonra, Müslümanların harpteki mağlubiyetleriyle zaafa uğradıkları zannına kapılan etraftaki bazı Arap kabilelerinde, İslam’ın merkezi Medine’ye karşı bazı kıpırdanma ve hareketlenmeler görüldü.
Harekete hazırlananlardan biri de, Huzeyl kabilesinden Hâlid b. Süfyan idi. Medine üzerine yürümek için hazırlıklarını tamamlamıştı ki Peygamber Efendimiz durumu haber almıştı. Ashâb-ı Suffa’dan Abdullah b. Üneys’i, haberin doğruluğunu tahkik için göndermişti. Yayılan haberin doğru olduğunu, bizzat hareketi plânlayan Hâlid b. Süfyan’dan öğrenen Abdullah b. Üneys, bir fırsatını kollayıp, kılıcıyla onu öldürmüştü.[1]

Bu hadise, civar kabilelerin bir müddet sessiz sedâsız durmalarını sağlamıştı, ama Müslümanlara karşı intikam ve taarruz hırslarını da bilemiş oluyordu. Sinsi düşman, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkamayacağını anlayınca, bu intikam duygusunu tatmin için başka yollar aradı.

Masum kılığına girerek Adal ve Kare kabilesine mensup altı kişilik bir heyet, Medine’ye çıkageldi. Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar. “Yâ Resûlallah! Kabilemiz arasında İslamiyet yayılmış durumda. Sahabelerinden birkaçını, İslam hükümlerini tebliğ etmek, Kur’an okuyup öğretmek üzere bizimle beraber gönder!”[2]diye ricada bulundular.

Resûl-i Ekrem, İslam’a hizmet teşkil edecek bu masum ve mâkul görünen talebi cevapsız bırakmadı; Mersed b. Ebî Mersed başkanlığında on sahabeyi gelenlerle birlikte gönderdi. İrşad vazifesiyle yola çıkan on sahabeden, isimleri bilinen yedisi şunlardı: Mersed b. Ebî Mersed, Hâlid b. Ebî Bukeyr, Abdullah b. Târık, Âsım b. Sâbit, Hubeyb b. Adiyy, Zeyd b. Desinne ve Muattib b. Ubeyd.[3]

İrşad heyeti, Huzeylilere âit Recî’ adındaki su başına geldiklerinde, âdi ve alçakça bir hıyanetle karşı karşıya bulunduklarını anladılar. Bir anda Benî Lihyan’dan yüz kadar okçunun hücumuna maruz kaldılar. “Biz Müslüman olduk, bize irşad heyeti gönder” diye yalvaran bu adamlar, şimdi Müslüman mürşidleri Lihyanların okçularına teslim ediyorlardı. Müslümanlar, kılıçlarını sıyırarak bir dağa iltica ettiler. Kendilerini kılıçlarıyla müdafaa etmeye kalktılarsa da, kısa zamanda mukavemetleri kırıldı.

Hainler, Müslümanların sığındıkları dağın etrafını sardılar: “Eğer yanımıza inip teslim olursanız sizi öldürmeyiz!” diye seslendiler. Müslüman muallimler, müşriklerin bu sözlerine güvenmeyip teslim olmayı reddettiler. İçlerinden Âsım b. Sâbit, “Ben, müşriklerin himâyesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim! Vallahi, ben bu kâfirlere asla teslim olmam!” dedi; sonra da, “Allahım, Resûlünü durumumuzdan haberdar et!” diye dua etti. Bir taraftan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ok atarken de, “Ben ne diye çarpışmayayım ki? Gücüm kuvvetim yerinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte. “Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. “Takdir edilen elbette başa gelecektir! “İnsanlar er geç Allah’a dönecektir! “Eğer ben sizinle çarpışmazsam annem evlatsız kalsın”diyordu.[4]

Bu kahraman sahabe, oku bitince, mızrağını kullanmaya başladı. O da kırılınca kılıcına sarıldı. Böylece birçok müşriği yere serdikten sonra son duası ise şu oldu: “Allahım! Ben senin dinini korumaya çalıştım; sen de cesedimi müşriklerden koru!” Diğer sahabeler de kahramanca çarpıştılar. Ancak yüz kişiye karşı on kişi ne yapabilirdi ki? Sonunda, aralarında Âsım b. Sâbit’in de (r.a.) bulunduğu yedi sahabe, müşrik oklarıyla şehit oldular. Geri kalan üç sahabe ise, müşriklerden kendilerini öldürmeyeceklerine dair kesin söz alınca teslim oldular.

Müşrikler üçünü de yaylarının kirişiyle sıkıca bağladılar. Sonra Mekke’nin yolunu tuttular. Maksatları, onları götürüp Müslümanlara karşı kalpleri kin ve nefretle dolu Kureyş müşriklerine satmaktı! Yolda, Abdullah b. Târık, bir fırsatını kollayıp kaçtı. Ancak bu kaçış hayata değil, şehâdete idi. Müşriklerin attıkları taşlarla o da şehit oldu. Geriye iki kişi kaldı: Zeyd b. Desinne ve Hubeyb b. Adiyy...

Bunları da götürüp Mekke’de sattılar. Âsım b. Sâbit, Uhud Muharebesi’nde, Sülâfe adındaki azılı bir müşrik kadının iki oğlunu öldürmüştü. Bu şerir kadın, Hz. Âsım’ın başını eline geçirdiği takdirde, onunla şarap içeceğine dair yemin etmişti. Lihyanoğulları bunu biliyorlardı. Bu sebeple hunharca şehit ettikleri Hz. Âsım b. Sâbit’in başını alıp Mekke’deki bu kadına götürmek istiyorlardı. Ancak Allah, kendilerine bu fırsatı vermedi.
Âsım b. Sâbit’in (r.a.) şehit olmadan az önce, “Allahım! Müslüman olduğum günden beri senin yüce dinini müdafaa ve himâye etmek için nefsimi feda ettim. Bugün, son günümdür. Sen de benim cesedimi (müşriklerin dokunmasından) muhafaza eyle!”[5]diye ettiği duasını Cenab-ı Hak kabul etti.

Müşrikler cesedinin başına yaklaşmak istedikleri sırada, cesedin başında birden bir arı sürüsü peydâ oldu ve onları cesede yaklaştırmadı. Bunun üzerine cesedi sabahleyin gelip almak üzere ayrıldılar. Ancak sabah geldiklerinde ceset ortada yoktu. Şaşırdılar.

Çünkü Cenab-ı Hak, gece bir yağmur yağdırmış ve bu büyük sahabenin cesedini necis müşriklerin ellerinin dokunmasına fırsat vermeden sellere sürükletip götürmüştü!




Bu yazı 456 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum